Bölüm -13
Yatakta uzanmış yatarken elini birisinin tuttuğunu hissetti. Sessiz bir şekilde birisi ikinci kez sesleniyordu. “Haliiiillllll… “ Gözlerini aralamaya çalıştı. Sanki gücü tükenmiş gibiydi. Daha güçlü bir şekilde tekrar denedi. Kirpikleri hafifçe oynamıştı. Tekrar denedi ve gözlerini etrafını görebilecek şekilde araladı. Yorgunluğu sanki hiç tükenmeyecekmiş gibiydi.
Etrafına baktığında hastanedeydi ve yanında Ahmet vardı. Ahmet’i gördüğü için sevindi. Gülümsemeye çalıştı fakat olmadı. Ahmet “İyi misin?” diye sorduğunda gözleriyle “Evet” diyebildi sadece. Biraz zaman geçtikten sonra kendini toplamayı başarabilmişti. Artık etrafı görebiliyor ve konuşabiliyordu.
Şimdi bile bunu hatırlarken Halil aynı yorgunluğu hissedebilmişti. “Ne gündü ama?” dedi kendi kendine. O sırada odaya giren birisi ile irkildi. Arkadaşı selam verip çıktıktan sonra önündeki gazetenin her yerine kendi ismini yazdığını gördü. Koltuğun arkasına yaslandı. Geçmişini düşünmeye devam etti.
Dilenmeye aylarca devam etmişti fakat eline bir şey geçmemişti. Para saklamak istediği zamanlarda da dövülüp daha çok çalıştırılıyordu. Günlük kazancının az olduğu o gün ele başı tarafından dövüldükten sonra karar vermişti Adıyaman’dan ayrılmaya. Bütün izleri arkasında bırakıp yeni bir hayata yelken açmaya. Peki o zaman şu an bulunduğu konumda olacağını bilseydi yine de ister miydi ayrılmayı?
“İstanbul’a ne cesaretle gelmişim?” dedi kendi kendine. O zamanlar sadece 11 yaşındaydı ve bir kamyonla İstanbul’a gelmişti. İstanbul’a geleceği gece arkadaşlarıyla, özellikle de Ahmet’le vedalaşmış ve gece yarısı orayı terk etmişti. Doğruca kuru gıda haline gitti. Oradaki yaşlı bir amcaya “İstanbul’a giden kamyon var mı?” dediğinde yaşlı amca konuşmadan bir kamyonet göstermişti. Halil hemen kamyonete doğru yönelip etrafını keşfetti. Kasasına atladı ve beklemeye başladı. Sabaha karşı kamyonetin kasasında uyuya kaldı.
Büyük bir sarsıntıyla uyandığında kamyonet yolda ilerliyordu. Kafasını dışarıya çıkardığında yüzüne çarpan rüzgar ve hızdan dolayı midesi bulanmıştı. Hemen içeri girdi. Düşünmeye başladı. İstanbul’da ne yapacaktı? Nasıl karnını doyuracaktı? Hayatını kaderine ve zamana bırakmaktan başka çaresi yoktu. Çuvalların üzerine yatarak beklemeye başladı.
Güneş tepede yükselirken kamyonet durdu. Halil şaşkınlık içinde uykuya dalmış gözlerini açtı. Kafasını hafifçe dışarı çıkardı, ses yoktu. Otoyolun kenarında bir lokantanın yanına park etmiş bir şekilde bekliyordu. Etrafta binaların olmaması mola verdikleri anlamına geliyordu. Acaba inmelimiydi? Karnı hafif acıkmıştı.
Vazgeçti. Yeniden geriye dönüp yattığı yere uzandı. Çuvallar her ne kadar rahatsız etse de eskiyi düşündüğünde şimdi daha rahattı. Derken lokantanın dış kapısının açıldığını duydu. Kalın bir erkek sesi “Görüşmek üzere” diyerek kapıyı kapattı. Ayak sesleri. Kamyonete yaklaşıyordu. Kamyonetin kapısı açıldığında Halil rahatlamıştı. Fark edilmeden yola devam edecekti.
Kapı birden kapandı ve ayak sesleri arkaya doğru gelmeye başladı. Halil’in kalp atışları hızlanıyordu. Birden branda açıldı ve irkilen adam “Sen kimsin çocuk” diye bağırdı. Farkında olmadan “Davetsiz misafir” diyiverdi. “Ooo kaçak yolcu diyelim bir ona” dedi adam ve eliyle “Haydi gel” işareti yaptı. Daha sonra bidondan biraz içme suyu doldurarak şoför mahalline geçti. Halil’de yanına.
İstanbul’a doğru ilerlerken şoför Halil’i soru yağmuruna tutuyordu. Nereli olduğunu, nereden geldiğini, neden İstanbul’a gittiğini, ailesi falan… Halil bazılarına kaçamak cevap verse de şoför sormaya devam ediyordu. “Evden mi kaçtın çocuk sen?” dediğinde ise Halil “Hayır” dedi. “O zaman ailen nerde, neden onlarla birlikte değilsin? sorusuna “Benim ailem yok.” demek zorunda kaldı. Hem de hiç istemeden.
Bir iki saat sonra şoför ıssız bir yerde aracı durdurmuştu ve Halil’in vücuduna dokunmaya başlamıştı. Halil korkmuş, direnmiş ve çaresiz kalmıştı. Şimdi ise o günleri hatırlamak bile istemiyordu. Sırf İstanbul’a gitmek için ve bu ıssız yerde ölmemek için büyük bir acıya katlanmış ve şoföre istediğini vermişti.
“Her şeyin bir karşılığı vardır” dedi sessizce otururken ve tekrar hayallere daldı. İstanbul’a geldiğinde hâlde aracı park ettikten sonra “Bu gece burada uyuyabilirsin” deyip horlaya horlaya uyuyan şoföre 4 bıçak darbesi indirmiş ve onu öldürmüştü. Ardından hemen kaçmıştı. Bütün anılarını silerek. Zaten o güne dair hatırladığı tek şey şoktan kurtulduktan sonra çöpe atığı o kanlı bıçaktı. Ne tecavüzü ne de öldürmeyi hatırlamak istiyordu. Beyni inkar ederek bütün anıları silmişti.