Bölüm -3
“İstanbul’a bir kişilik bay lütfen” dedi orta boylarda sakin sakallı hafif kamburu çıkmış bir genç.”İsminiz?” diye sorduğunda görevli “Orkun” diye cevapladı. Biletini alıp kontrol ettikten sonra saatini kontrol etti. Yaklaşık 20 dakika sonra araç hareket edecekti. Bekleme salonuna geçti ve beklemeye başladı.
Otobüs, İzmir otogarından İstanbul’a doğru hareket etmeye başladığında İstanbul’da onu nelerin bekleyeceğini merak ediyordu. Askeri Lise Sınavlarını kazandığı halde ailesinin yaşantısı kötü olduğundan askeriyeye olunmamıştı. Gerçi ailesi dediği sadece annesinden ibaretti ve babasının kim olduğunu bile bilmiyordu. Herkesten sakladığı kadar artık kendisinden de saklıyordu annesinin hayat kadını olduğunu.
Annesinin hiç bahsetmediği bu baba, konsomatrislik yaparken aşık olduğu bir adamdı. Bu adamdan hamile kalmış ve adam bunu yalnız bırakınca babasız bir çocuk oluvermişti. “Ne kötü, ne garip” dedi kendi kendine. Şimdi ise ailesi yüzünden kabul edilmediği askeriyeye karşıdan hayran hayran bakmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu. Gerçi askeriyeden biraz nefret ediyordu. Bu aslında nefretten çok bir kırgınlıktı. Keşke babasının bir asker olduğunu ağzından kaçırmasaydı annesi.
Anne ve baba kavramı o kadar boş ve itici geliyordu ki ona evlilikleri ve evlenmeyi hiç düşünmüyordu. Bir hayat kadının oğlu olmaktan daha kötü bir şey olamazdı herhalde. Her ne kadar annesi doğum yaptıktan sonra işi bıraktığını söylese de geceleri eve tanımadığı erkekler alıp onlarla yattığını hayal meyal hatırlıyordu.
İyice aklı başına gelip ortaokula başladığında da artık annesi iyice yaşlanmış ve müşteri sayısı azalmıştı. Annesinin bu konuda tek bahanesi vardı o da “Para kazanmamız gerek oğlum” olmuştu. Tabi orta okulun son sınıfına geldiğinde annesinin kendi erkeklik organı ile oynadığını hissedip yataktan fırladığında ise içindeki öldürme hissi ile nefret birleşmiş ve evi terk etmişti.
O yılı matematik öğretmeni sayesinde bitirmiş ve diplomayı alır almaz iş hayatına başlamıştı. Hamallık, ayakkabı boyacılığı, çaycılık derken 2 sene geçmiş ve artık daha çok iş kolunun olduğu bir yere gidip kendi işini kurması gerektiğine karar vermişti. Belki de tekrar sınavlara girer ve asker olabilirdi.
En kötü ihtimal ise askere gittiğinde teskere bırakıp Uzman Çavuş olarak askeriyede görev alabilirdi. Tabi aile araştırmasından geçebilirse bu mümkündü. Belki de uzman çavuş olurken daha yüzeysel bir araştırma yaparlardı ve işe alınabilirdi.
Araç Bolu’da mola verdiğinde düşüncelere ne kadar çok daldığını fark etti. Bütün hayatı dört saatte gözlerinin önünden geçmişti. En çok da o kapıdan son çıkışında geri dönüp annesine baktığında annesinin yüz ifadesini unutamıyordu. Şaşkın, utangaç ve üzgün. “Hak etti” diye düşündü. “Onun seks oyuncağı olmayacağım” dedi.
Mola yerinde sadece bir bardak çay içti. Artık geçmişe değil geleceğe bakma zamanıydı ve yapacaktı da. Geçmişi bu kadar kötüyken geleceği bir o kadar parlak olmalıydı. En azından bir masa başı iş bulup hayatını bu işe adayabilirdi. “Ne tür işte çalışabilirim?” diye düşündü. Çaycılık, ayakkabıcılık ve hamallıkta masa başı bir iş olamazdı.
İstanbul’u tanımadığı için yine en alt tabakadan başlayacak ve en üste doğru tırmanacaktı. “En üst basamak… Patronluk.” diye düşündü otobüs mola yerinden hareket etmek üzereyken. Kendini masada siyah takım elbise, beyaz gömlek, kırmızı kravat ve önündeki evrakları imzalarken hayal etti. “Hiç fena değil” dedi.
Cebinden bir kağıt ve bir kalem çıkararak yapabileceği işleri yazmaya başladı. En üste “Ne iş olursa yaparım” yazdı. Altına yazmaya başladı. Sekreterlik, garsonluk, satış elemanı, anketör diye sıraladı. İnsanlarla iç içer olmak aslında hoşuna gidiyordu. Hatta eğlenceli bir iş olmalı diye düşündü. Eğlenceli ve insanlarla iç içe sadece halktan birisi olarak yapabileceği bir iş.
İstanbul il sınırından geçeli yaklaşık bir saat olmuştu. Kalbi bir anda heyecanla çarpmaya başladı. “İşte yeni hayatımı geçireceğim yer” dedi kendi kendine. Pencereden dışarısı çok sıcak kanlı ve bir o kadar da kompozit görünüyordu. Acaba bu büyük ilin neresinde çalışacaktı. “Olmuşken en iyisi olsun” dedi ve Avrupa yakasına geçti.
Otogara otobüs yanaşırken yavaşça ayağa kalkıp insanları gözlemlemeye başladı. Telaşlı ve kimse birbirini tanımıyordu. Gülümsedi. Sıraya geçti ve otobüsten yavaş yavaş indi. Otobüsün önünde durdu karşıya baktı, derin bir nefes çekti içine ve “Haydi başlıyoruz” diyerek koşmaya başladı.