Eğitsel Yazılar
Öğretmen her zaman yol gösterendir değil mi? Yol gösterir fakat gösterdiği yol yanlış yol olmaz. Bir öğretmen her zaman doğru yolu gösterir. Öğretmenin gösterdiği yoldan giden öğrenciler ise her zaman başarıya ulaşırlar.
Bazen öyle bir zaman olur ki kelimeler değersiz kalır. Söylemek istediğinizi söyleyemezsiniz karşınızdakine. İşte o zaman bir yazı, bir örnek veya bir hikaye girer devreye. İçinde mutlaka örnek alınacak bir nokta vardır. İçindeki o ana konuyu alıp düşünmek gerekir. İşte o hikayelerden bazıları bunlar.
İncitmeyecek kadar uzak, üşümeyecek kadar da yakın olabilmek…
Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çok etkilenmiş, büyük kayıplar vermişler. Ama en çok kayıp veren kirpilermiş. Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yok, kendilerini sıcak tutması zor olan dikenleri var. Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi toplanmış, çözüm aramaya başlamışlar.
Tartışa tartışa, nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına, birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş. Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak, aralarındaki hava akımını önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış. İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler. Ama başka bir problem çıkmış ortaya.
Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından yaralanmalar gerçekleşmiş. Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu sefer de donmalar meydana gelmiş. Ne var ki, her gece kâh uzaklaşa kâh yakınlaşa, deneye yanıla birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın, ancak birbirlerini
incitmeyecek kadar uzak durmayı öğrenmişler.
Çinliler bambu ağacını şöyle yetiştirir:
Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz.Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir. Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler.
Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır. Akla gelen ilk soru şudur :
Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı Yoksa beş yılda mı ulaşmıştır?
Bu sorunun cevabı Tabii ki beş yıldır.
Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik?
Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim: Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum. Beni tanımaya ve anlamaya çalışın. Deneme ile öğrenirim. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarımda özgürlük tanıyın. Beni her yerde, her zaman koruyup kollamayın. Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi öğrenirim. Bırakın kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım? Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin. Ama siz beni şımartmayın. Hep çocuk kalmak isterim sonra. Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutamayınca sizlere güvenim azalıyor. Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum. Öğütlerinizden çok davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz. Bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder. Çok konuşup çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır. “Ben senin yaşında iken…” diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım.
Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın. Beni, korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın.
Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim. Beni dinleyin. Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin. Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin; hiç değilse çabamı övün. Beni başkalarıyla karşılaştırmayın; umutsuzluğa kapılırım. Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın; bana sure tanıyın. Yüzde yüz dürüst davranmadığımı görünce ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın; yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın. Unutmayın ki ben de sizi yabancıların önünde güç durumlara düşürebilirim. Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamaktan çekinmeyin. Özür dileyişiniz size olan sevgimi azaltmaz; tersine, beni size daha çok yaklaştırır. Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur.
Biliyorum, ara sıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum. Bana verdikleriniz yanında benden istediklerinizin çok olmadığını da biliyorum. Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse bir çoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın. Benden “Örnek çocuk” olmamı istemezseniz, ben de sizden kusursuz ana-baba olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter.
Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.
Sevgiler, Çocuğunuz
Oldukça yaşlı ve bilge bir baba ile oğlu dertleşiyormuş. Oğlu babasına, hayatında çok sıkıntı yaşadığından ve bunlarla nasıl baş edeceğini bilemediğinden bahsetmiş. Problemler ardı arkasına devam ediyormuş hayatında. Babası oğlunu dinlemiş ve;
“Gel sana bir şey göstereceğim!” diye mutfağa götürmüş. Baba, ocağın üstüne üç tane eşit büyüklükte kap yerleştirmiş. Üçüne de eşit su koymuş ve üçünün de altını aynı miktarda yakmış. Birinci kaba bir havuç, diğerine bir adet yumurta öbürüne de bir avuç çekilmemiş kahve çekirdeği koymuş. Haşlanmış havucu ve yumurtayı birer tabağa, kahveli suyu da bardağa koyup oğluna sormuş:
“Ne görüyorsun?”
Oğul;
“Havuç, yumurta ve kahve görüyorum!” demiş.
Oğlunu elinden tutup masaya yaklaştırmış ve daha yakından bakıp eliyle hissetmesini istemiş. Haşlanmış yumuşak bir havuç, içi katılaşmış bir yumurta ve bir bardak kahve.
Ardından oğul;
“Baba bunları bana niye gösteriyorsun?” diye sormuş.
“Bak Oğlum” demiş baba. “Hepsi aynı sıcaklıkta ve aynı sürede pişti. Fakat hepsi bu etkiye farklı tepki verdi. Havuç ilk başta sertti, güçlüydü ama kaynatılınca yumuşadı, güçsüzleşti. Yumurta çok kırılgandı ama kaynatılınca sertleşti. Bir avuç kahve sertti ama ısıtılınca gevşedi ve suya dağıldı. Yayıldıkça suya koku ve tat verdi. Şimdi söyle bakalım; Sen hangisisin?”
Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi duymadığından yakınıyormuş ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş. Bu durumu konuşmak için aile doktorunu aramış: doktor adamın karısının ne kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş.
“Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle; eğer uymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım; cevap alana kadar
aynı şeyi tekrarla”
O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş.
40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş ;
Hayatım bu akşam yemekte ne var?
–Cevap yok
Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış;
–Hayatım bu akşam yemekte ne var?
–Hala cevap yok
Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış;
–Hayatım bu akşam yemekte ne var?
Gene cevap alamamış
Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş;
–“Hayatım bu akşam yemekte ne var? “
Karısı dönerek eşine yüksek sesle :
–“Hayatım kaç kez söyleyeceğim, Bu akşam yemekte tavuk var.”demiş.
süpeeeerrrrrrrrrrrrrr
birbirinden güzel bilgiler için teşekkür ederim , devamını bekliyoruz.