Öğretmenler Değişmek Zorunda
Başka bir eğitim mümkün. Eğitimci, futurist, yazar Marc Prensky öğretmenlerimizi uyarıyor; “Değişime ayak uydurun. Geleceğin sahibi çocuklarımıza yeni öğrenme yolları yaratın.”
Bir ülke düşünün; çoğunluğu çocuk, hatta bebek. Birbirleri ile iletişimleri müthiş; hem yüz yüze hem de internetten bunu çok iyi halledebiliyorlar. Dizüstü bilgisayarlar mı? Onlar çok geride kaldı, tablet bilgisayarda dergi okuyorlar. Tuşlu telefon? Komik olmayın, siz o yaşta “bak postacı geliyor” şarkısını söylerken, onlar şimdi dokunmatik telefonlarından e-posta yolluyor. Küçük yaşta bu kadar yetenekliler çünkü onlar birer “dijital yerli”. Siz niye sadece hayal edecek kadar bu ülkeye yabancısınız? Çünkü siz birer “dijital göçmen”siniz.
Bu iki kavram, eğitim alanında uluslararası bir üne sahip, futurist Marc Prensky’e ait. 2001 yılında çıkan “On the Horizon – Ufukta” adlı makalesinde Prensky, 1980 sonrası doğan çocukların, öncesinde doğanlara oranla teknolojiye, teknolojiyle öğrenmeye daha yatkın olduklarını; hatta bunu doğal olarak yaptıklarını söylüyor. Futurist yazara göre bu yeni dijital dünyaya dahil olmak isteyen bir göçmen “adapte” olmayı öğrenmeli. Bunu da ilk önce öğretmenler gerçekleştirebilmeli.
IBM’den A.B.D Savunma Bakanlığı’na kadar pekçok kuruma eğitim yöntemleri konusunda danışmanlık hizmeti veren Marc Prensky ile teknolojiyle eğitmek üzerine çalışmalarını konuştuk…
1980 sonrasında doğmuş biri olarak, dijital dünyada ben sizin gibi bir futuristten daha mı yerliyim?
Aslında evet, böyle bir genellemem var, ama cevap senin nasıl büyüdüğünle alakalı. Bebekliğinden beri evinde bir bilgisayar var mıydı ve sen onunla oynar mıydın? Oyun konsolu, telefon ile ilk ne zaman tanıştın? Gelişmiş ülkelere baktığımızda 1980 sonrası nesil çoğunlukla tanımı doğru karşılıyor. Bu insanlar “dijital yerliler” çünkü, teknoloji dediğimiz tüm yeniliklere kültürel bir sonuç olarak doğuştan tanışmışlar.Tabi ki doğuştan herşeyi bilmiyorlar, ama önlerine çıkan hiçbir teknolojik yenilikten de korkmuyorlar. Bakıyorlar, deniyorlar, kullanıyorlar ve ustası oluveriyorlar. En önemlisi bunu kendi kendilerine yapıyorlar. Çünkü onlar için bu yeniliklerin küçükken karşılaştıkları teknolojik oyuncaklardan farkı yok. Ben ve benden önceki jenerasyonlar ise teknolojik yeniliklere hep daha mesafeli. Cihazları bozmaktan korkuyoruz, istediğimizi becerememekten korkuyoruz. Hatta bizden sonraki nesilden yardım bile istemiyoruz. Bu yüzden, yeni nesile dijital yerliler derken, biz eski nesile de dijital göçmenler diyorum. Çünkü bu yeni dünyaya biz sonradan geldik ve tanıştık. Yeni bir ülkeye taşınmış gibi olduk,eğitimcilerimiz de dahil olmak üzere adaptasyon sorunumuz var. Elektronik postalar atmak, bilgisayarda yeni pencereler açmak, internette gezinebilmek gibi üstesinden gelmemiz gereken işler var.
Örneğin şu an dijital yerliler, dokunmatik telefonlarının bir sonraki daha akıllı ve konuşan versiyonunu, nasıl kullanacağını henüz bilmese bile, sabırsızlıkla ve heyacanla bekliyor. Ama aynı konuşan telefon bir göçmen için “öğrenmek zorunda kaldığı yeni bir şey daha!” olarak görülüyor.
“DEĞİŞMEK ZORUNDA DEĞİLSİNİZ”
Sizin eğitimleriniz nasıl başladı, gelişen dijital dünyada nasıl işimize yarıyorlar?
Bu zamana kadar 3 kıtada birçok gelişmiş ülkeyi gezdim, birçok ülkede kurs ve seminerler verdim. Hangi ülkeden olurlarsa olsunlar, tüm öğrencilerde gözlemlediğim tek bir ortak sorun vardı: Önemsizlik hissi. Öğrenciler, kendilerine öğretmenleri tarafından önem verilmediklerini, saygı görmediklerini söylüyor. Öğretmenlerin ortak şikayeti ise, anlattıklarının öğrenciler tarafından önemsenmemesi. Oysa ki asıl sorun, çocukların dilinden anlayabilmek. Onların istekleri ve hevesleri aslında eğitim sisteminde odak noktamız olmalı. Eğitimci ya da ebeveyn, farketmez, yetişkinler “değişmek zorunda” demiyorum ama sürekli güncellenen koşullara kendini adapte etmek zorunda. Yoksa zaten kendinden daha fazla teknolojiyi bilen çocukların dikkatini çekmek o kadar da kolay değil.
WIKIPEDIA YERİNE YOUTUBE, E-POSTA YERİNE TWEET
Yani iki nesil olarak bir dönüşüm zamanındayız, ama bizden sonrakiler için zaten bir uyum problemi olmayacak…
Bundan sonra, her zamankinden daha hızlı olarak kendimizi güncellememiz gerekecek, ama yeniyi kabul etmemiz de zaten daha kolay olacak. Her zamanın kendine göre araçları var, eğitim – öğretimde amaçlarımız değil, araçlarımız değişecek. Yani, dosyalardan oluşan bir sunum yapmak için şu anda “Powerpoint” programını biliyor olmamız gerek, ama artık herkes bunu “flash”larla yapmayı tercih etmeye başladı. Gelecekte ise bunun yerini “HTML5”ler alacak. Ansiklopedik bilgileri Wikipedia yerine videolardan anlatmaya ve öğrenmeye başlayacağız.
İletişim kurarken geçmişin postasını bırakıp yeninin elektronik postasına geçmiş olabilirsiniz. Gelecekte mektuplar daha da kısalacak. Yerini kısa telefondan ya da twitter’dan gönderilen kısa mesajlar alacak.
Yazdığımız makaleler artık gazete yerine internetin blog sayfalarında, gelecekte ise bunları yazdığımız bilgisayar programları ile anlatacağız.
Madem araçlar bu kadar hızla değişiyor, neden aslında bize bunları öğretmesi gereken öğretmenlerimizi farklı adlandırmıyoruz? Eğitmenlere gelecekteki görevlerine daha uygun bir isim bulabiliriz; öğretmenlere bize ilham verenler, doçentlere kaşifler ve profesörlere de geleceği tasarlayan tasarımcılar diyebiliriz. Tıpkı öğrencilerin de artık çok iyi sıfatları hakettikleri gibi; kademe kademe, araştırmacılar, yaratıcılar ve girişimciler gibi. Eğer çocuklara girişimci olduklarını söylersen onlar da kendilerini yeni işler geliştirmeye yönelticeklerdir, gerçek bir girişimci gibi düşünmeye başlayacaklardır. Ama onlara sadece öğrenci derseniz, bir şey üretmek ve yaratmak yerine sadece oturup öğrenmeyi seçeceklerdir.
Böylelikle tepeden inme bir eğitim yerine, öğrencilerin bireysel alanlarına yönelen gelecek okullarında okuyabiliriz.
Şu anda tüm gelişmiş ülkelerde eğitim anlayışı aynı restoranda hergün çıkan yemekleri yemek gibi… Evet, belki hep aynı yemek değil ama dönüp dolaşıp aynı menünün içinde sınırlı kalıyoruz. Oysa ki dışarda binlerce farklı yemek var; ama biz bunları tadamıyoruz. Yani kendimizi geliştiremiyoruz, bir kısır döngünün içine hapsediyoruz.
Oysa çocuklara mesela video yapmayı da öğretmeliyiz, farklı sunum yöntemlerini bilmeliler. İnternet için yazılımın ne olduğunu öğretmeliyiz, gelecek burada.
Bunları bir çocuk öğrenebilir mi?
Elbette. Onlar zaten sanal ortamın ne demek olduğunu biliyor, bir adaptasyon problemleri yok. Bu dünyanın içinde onların neler yapabildiklerini görmek gerekir.
Bir program yazmayı öğrenmek hiç kolay değil, biz yetişkinler için bile…
Hayır, öğrenilebilir. Telefondaki şarkı listeni kendin yapabiliyor musun, ya da Powerpoint kullanmayı biliyor musun, öyle değil mi? Işte bunlar program yazmanın birer başlangıcı. Küçük bir çocuk da bilgisayarda bunları yapmayı zaten biliyor. Önemli olan seviye seviye ilerleyebilmek. Buna ilgisinin olup olmadığını görmek, yazabilecek yaşa geldiğinde ona bununla ilgili yetenekleri çoktan vermiş olmak.
Peki, ya “program öğreneyim” derken bir yandan matematiği sevmiyorsam..?
O zaman yapmazsın. Ama sana desem ki telefona gazetecilikle ilgili bir uygulama geliştireceğim, sen de o zaman program yazmanın en azından ne demek olduğunu öğrenirsin, sonunda bunu başka birine yazdırsan bile. Ve kendinin neyi yapıp neyi yapamayacağını görürsün. Önemli olan o programı gerçekleştirmekse, birini bul da sen de yap. Yaratmaya, üretmeye başla. Demek istediğim öğrenci, kendi kendilerine yaptığı işlerle öğrenebilmeli. Öğretmeni onun yanında sadece bir rehber olarak durmalı. Tabi ki bir sürü başka yöntem de olabilir. Ama benim anlattığım gerçekten iyi bir yöntem.
Eğitmek istediğiniz çocuklara ilk önce tutkularının ne olduğunu soruyorsunuz. Peki ya 30’una yaklaşmış bir yetişkinle konuşurken ilk sorduğunuz ne oluyor?
Aslına bakarsan aynı soruyu soruyorum. Çünkü biliyorum ki birçok insan tutkularının götürdüğü meslek yerine, ailesinin ya da çevresinin önerdiği mesleği seçmiş oluyor. Aslında günlük hayatta insanlarla ilk kez iletişim kurarken de buna benzer sorular sorarız, hayatta nelerle uğraştığını, ilgi alanlarını merak ederiz. Bu iletişimin bir yolu ve dediğim gibi öğretmek ve öğrenmek de ancak iletişim ile olur.
Ben sadece insanlara tavsiyelerde bulunuyorum, onun dışında bir okulum ya da eğitim derslerim yok. Sadece insanları dinleyip onlara fikirler veriyorum. Ve tüm yetişkinlere ortak tavsiye olarak çocukları dinlemelerini söylüyorum. Gerçekten ne dediklerini dikkatlice dinleyin, sizin de büyüdükçe onlardan öğreneceğiniz çok şey var.
Çevre değişiyor, insanlar değişiyor, işbirlikleri daha da önem kazanıyor. Ulaşılabilir olun. Bugünün gücü bilgiye sahip olmaktı, ama yarının gücü bilgiyi paylaşabilmek. Örneğin Mısır’da ne olduğunu bizzat yerinden takip edip öğreniyor olabilirsiniz, ama bunu dünya ile paylaşamıyorsanız hiçbir önemi yok.
Örneğin konuştuğunuz kişi bir bankacı ama aslında yapmak istediği işin gerçekten bu olmadığını farkediyorsunuz. Nasıl tavsiyelerde bulunursunuz ona?
Baktım ki içindeki idealini kurduğu şey bu değil de, örneğin at biniciliği. Onun için at biniciliği ile bankacılığı nasıl ilişkilendirebileceğimizin yollarını ararım. Önce her iki mesleğin ortak alanlarından konuşuruz. Örneğin “risk”ten… “Risk alabiliyor mu, almayı seviyor mu? Bankacıyken bunu ne kadar yapıyor, daha fazla mı risk istiyor?” gibi…
Peki bankacılığı bırakmasını önerir misiniz?
Hayır, tam olarak bunu söylemem. Evet, insanların tutkularının peşinden gitmelerini söylüyorum. Yaşları henüz küçükse tutkuları hayatlarına meslek olarak dönebilir. Ama yetişkin biri için, işinden ayrılmasını önermem.
Yetişkinlerin isteklerinin peşinden koşması, bir bedel ödemeleri anlamına gelmemeli. Tabi ki onları teşvik ederim ve yaşlarının önemli olmadığını söylerim. Ama bunu meslek olarak devam ettirip ettirmemek sonuçta onlara kalmış. Sadece tutkusunu hayatına entegre etmeyi ile işe başlamasını öneririm.
CERRAH DEĞİL DE BALE DANSÇISI
Aklınızda kalan bir örnek var mı son zamanlarda görüştüğünüz insanlardan?
Ünlü bir hastanenin başındaki bir cerrahın 40’lı yaşlarında aslında cerrah değil de bir bale dansçısı olmak istediğini keşfettiğini biliyorum. Başında doktor olmuş çünkü etrafındakiler de böyle olmasını istiyormuş. Sonunda hastaneyi bırakıp bale tutkusunun peşinden gitti ama işler umduğu gibi yürümedi. Birkaç yıl dans etti ama olmadı. Çünkü anatomisi ne kadar çalışırsa çalışsın dansa uygun hale gelemedi. Ama en azından denedi ve yapamadığını görünce, hastaneye geri döndü.
Mutlu sonla biten bir macera sorsam?
En çok mutlu sonla biten hikayelerden biri benimki. Bizim ailede çok fazla diş hekimi vardır, ve ailede kendilerinden sonra gelenler de aynı mesleği yapmak istediğinde buna seviniyorlar. Ama ben bunu seçmedim.
Ben de tutkularımın peşinden gittim ve bunlar zaman zaman değişti. Ilk başta bir matematik öğretmeniydim. Insanlar öğretmen olmak iyidir, güzel bir meslek, emekli olursun, düzenli gelirin olur diyorlardı. Ama bu bana yetmedi, aslında bir müzisyen olmak istiyordum ve ben de müzikle ilgilenmeye başladım. Geleneksel bir gitar çalıyordum. Bir kaç yılda oyunculuk yaptım.
Tüm bunlardan herhangi bir para kazanabildiniz mi?
Hayır fazla değil, idare ediyordum. Bunun üzerine zaten, peki o zaman iş dünyasına girmeyi denerim ben de, dedim. Ve okuluna gittim, ama beğenmedim. Sonra video oyunlarına merak saldım ve kafamdaki projeyle birleştirmeye karar verdim. Sonra da The Harvard Business School’dan master diplomamı aldım, bu benim için matematik öğretmeniyken sadece bir hayaldi.
Ben şu sözü hayatıma uyarladım: eğer yapmak istemediğiniz bir şey varsa, sakın üzerinde uzmanlaşmayın. Herkes yazar olmanızı sizden bekliyor diye sonunda bir yazar olabilirsiniz, bunu asla sevmeseniz de.
Ama hayallerinizin peşinden giderken, gerçeklerden de uzaklaşmayın elbette. Geç girdiğiniz bir yolun sonunda yıldız olmayabilirsiniz.
Bir başka hikaye de yeğenimle ilgili… Daha 6 yaşındaki oğlum ve yeğenimi New York Modern Art Müzesi’ne götürdüğümde, iyi bir tasarımla dizilmiş bir koleksiyonu görmüştük. “Kürator iyi bir iş çıkarmış” diye aramızda konuşurken, yeğenim, “Ne! birisi bunu yapmak için ona para mı ödüyor” demişti. İş ona o kadar eğlenceli gelmişti ki! Zaten bu kadar eğlenceli olan bir şey, ona yeni bir kapı daha açmıştı. Çocuklarımızişte böyle yeni alanlar ve işler, meslekler keşfetmeli. Şanslılarsa, iyi anne-babaya ya da bir öğretmene, kendilerini iyi yönlendirebilen birilerine sahiplerse daha çok keşfetmeye fırsat bulacaklardır.
Örneğin Amerika’da birçok öğrenci okulu bırakıyor, neden? Çünkü dersler sıkıcı. Neden, çünkü senle ve senin ne sevdiğinle değil, geçmişle ve onların yaptıkları ile ilgileniyor. Oysa çocuklar için gelecek önemli.
“TARİHLE İLGİLENMEYEN 5 MADDE BİLSİN, YETER”
Geçmişi bilmek önemli değil mi?
Sadece bazı şeyler için, her zaman ve herşey için değil. Sadece birkaç birşeyi bilsek bize yeter. Örneğin Amerikan tarihinde, bilmeniz gereken sadece 5 temel bilgi vardır. İnsanlarla dolu bir ülke vardı, Avrupalılar geldi ve ülkenin hepsini aldı, kendi değişik politik tecrübelerini buraya yerleştirmeye çalıştı, sonra kendilerini sivil savaşın içinde buldular. Ve 20. yüzyılda demokrasi anlayışlarını tüm dünyaya yaydılar. Bir de kölelik konusu var. Geri kalanlar sadece detay. Bu büyük olayları bilmeniz gerek. Eğer bu tarih üzerine uzmanlaşmak istiyorsanız, o ayrı.
Çocuklarımızı sürekli ilerde unutacakları ve çoğunu hiç hatırlamaya bile gerek duymayacakları detaylara boğuyoruz. Sadece ihtiyacımız kadar ayrıntıları bilmeliyiz.
Çok fazla ayrıntı bizim önümüzü görmemizi engelliyor. Çünkü gelecek üzerine de odaklanıp düşünmemiz lazım.
Bir matematik öğretmeni olduğumu söylemiştim. Bölme yapmak örneğin? Hayatında kaç defa bunu kullanıyorsun? Hiç düşündün mü? İki büyük rakamı bölmen gerekirse, elinin altında artık bunu yapabilecek bir telefonun varken, zaten kendin bölmeyeceksindir. Niye o zaman ben bunu öğretmek için zaman harcayayım?
Eskiden çocuklara zamanı okumayı öğretirlerdi, dışarı çık ve güneşe, gölgene bak, sonra saati söyle. Şimdi niye bundan vazgeçtik? Çünkü artık bunu bize söyleyen makineler var. Demek ki artık yeni yöntemlere açığız. Onlara illa “saati gölgeden oku” demiyoruz.
Dünya artık telefonumuzun içinde, tweet atıyoruz, Facebook’ta paylaşımlarda bulunuyoruz, blog yazıyoruz. Dünyanın bir ucundaki ile bile anında iletişim kurabiliyoruz. Bunlara odaklanmalıyız, daha çok iletişim, daha çok konuşma, daha çok paylaşım. Daha çok fikir alışverişi…
Bir oğlum var demiştiniz, onu nasıl bir eğitim hayatından geçirmeyi planlıyorsunuz?
Sky, 6 yaşında ve bir devlet okulunun ana sınıfına gidiyor.
Okula göndermemeyi düşündünüz mü?
Evet, kendim eğitmeyi düşündüm. Ancak eşim istemedi. Öte yandan çok fazla şehir dışında bulunmam gerekiyor, bu da onu eğitmemi zorlaştırırdı.. Gerçekten akıllı bir çocuk, tüm çocuklar gibi öğrenmeye aç. Onunla elbette konuşuyorum ama kendi eğitimlerimi uygulamıyorum. Ama şanslı ki çok iyi bir hocası var.
Onun tutkuları ne?
Tam bir araba delisi. En büyük tutkusu Mercedes.
Sizden mi kaynaklanıyor bu? Arabaları sever misiniz?
Hayır, nereden bilmiyorum. İlerde bir kamyoncu olmak istiyor. Erkekler zaten ya araba tekerlekleri ya da toplar peşinde koşarlarmış. İstediğini yapsın, ben onu destekliyorum.
ntvmsnbc’den alınan röportaj